Önce DinimiZ
  MAHMUD EFENDİ (K.S.)
 
 

 

 
 



Efendi Hazretlerimiz (Mahmud Efendi k.s)

    Mahmut USTAOSMANOĞLU



 Efendi Hazretlerinin (Mahmut Ustaosmanoğlu) 1931 yılında OF 'ta    dünyaya geldi.Babası ALİ Efendi Annesi ise FATIMA Hanımdır.
ÜNVANI:Fatih Çarşamda ki İsmailağa Camii imamhatibi olup,resulullah efendimizin günümüze kadar gelen,meşayıh silsilesinden 35.sırada olan 1 ağustos 1960 da vefat eden
,4 mezhebin müftüsü Ali Haydar Efendi nin halifesidir ve tasavvufu ondan almıştır.
İlk tahsilini babası ile yaptı.Hafızlığını OF ta tamamladı.**hafızlığı çok kuvvetlidir.
   Bir müddet Kayseri de arapça okudu.Tahsilini eniştesi Hacı Dursun Efendi de tamamlayarak icazet aldı.Tefsir,hadis,fıkıh,kelam ve tasavvuf gibi bütün şer'i ilimlere tam bir vukufiyeti vardır.
   Hafızlığının yanı sıra zübdetülbuhari'den seçilen hadislerden meydana gelen Sirculmüttekiin,
bir tasavvuf kitabı olan Risale-i kudsiyye ezbeinde olup,Mektubat-ı Rabbani ve
Risale-i halidiyye dahi mefhumen(mana olarak)ezberindedir.
Kerametleri başkaları tarafından görülmekle beraber Efendi hazretleri şöyle buyurdular''istikamet kerametten evladır''.
*****Efendi Hazretleri'nin en büyük kerameti erkek müridlerinin cübbe,şalvar,sarık-kadın müridelerinin çarşaf giymeleridir,çünkü bu zamanda bunları yapmak kolay olmayıp büyük bir meziyettir.
Efendi hazretleri 52 senesinde asker idi.Acemi birliği Bandırmada idi.İstanbul ve Anadolu evliyaları brinci cildinde şu malumat mevcuttur.
Ali Haydar Efendi hazretlerinin müridlerinden,Bandırma esnafından Hacı Emrullah Efendi anlatıyor;;;;
  Ramazan yaklaşıyordu.Mukabele okuyacak bir
kimse bulmak mümkün değildi.
Bu düşünceyle camiye gitmiştim.
Baktımki bir genç kur'an okuyor.Hemde çok tatlı.
Çok sevindim.Ramazan kur'anı bundan dinleriz
diye düşündüm.Namazdan sonra kendisiyle
tanıştım.Bize mukabele okumasını teklif ettim.
O ise askerlik münasebetiyle Bandırmaya geldiğini
söyleyince,bütün ümit ve sevincim yarıda kaldı.
Evime dave ettim,otelde yer ayırttığını söylerek
özür beyan etti.Para yardımı teklif ettim'sizde kalsın
lazım olursa gelir alırım' cevabını verdi.Dükkanımı
kendisine tarif edip mutlaka gelmesini rica ettim böylece ayrıldık.
Epey zaman geçti,görüşmemiz mümkün olmadı.Kendisini aramaya başladım adreside yoktu.Binaenaleyh,bulmak mümkün değildi.
*****Dükkanıma namazını kılan dindar bir başçavuş gelir giderdi.Bir gün ona;Bandırmada  bu yeni gelen acemi erler arasında aradığım bir asker var.bir defa görüştük birdaha göremedim.aradım ama bulamadım diyerek onun tasvifini yaptım.O da bizim taburun bölüğünde sizin tarifinize yakın bir er var dedi.belkide odur.Devamla şöyle dedi:bu tertiple gelen askerlerle çok rahat ettik.Nizam ve disiplin kolaylıkla sağlanıyor.Halbuki herseferinde bir sürü sıkıntı çekerdik.Onları disipline etmek çok güç olurdu.
Bunun sebebini sorunca:Komutanım aramızda bir hoca var.Boş kaldığımız zaman bize devamla vaazü nasihat ediyor.Arkadaşlar onu dinliyor,seviyorda.Onun tesiridir.
Nöbetçi olduğum bir akşam benide çağırın diye tembihledim.Nitekim çağırdılar.ona görünmeden dışardan dinledim.Çok etkilenmiştim.Bu hislerimi bölük komutanımız yüzbaşıya da anlattım.Oda bu durumu farketmişti.Sebebini izah ettim.Bende dinleyeyim dedi.
Nöbetçi olduğumuz bir akşam beraberce dinlemey gittik.Ona heber vermeden dışardan dinledik.O,islam dinini askerliğe verdiği önemi,nöbet tutmanın faziletini anlatıyordu.
Bize çok tesir etmişti.Hatta yüzbaşı 'bu er,askerliği bizden iyi biliyor' dedi.
  Hacı Emrullah Efendi devamla:
Başçavuşa onu bana bir gönderiver dedim.
Günlerden cuma.Namaz için camiye vardım.Birde ne göreyim.Aradığım asker,kürsüde vaaz ediyor.
Çok sevinmiştim.Vaazını tatlı tatlı dinlerken,şu korku beni sardı.Müftümüz herkese vaaz etmeye müsaade etmezdi.
Bunun vaaz ettiğini duyarsa ,belki kızar diye endişelendim.Az sonra müftünün de kürsüye yakın biryerde oturduğunu
ve vaazı dikkatle dinlediğini farkettim.Namazdan sonra müftü o erin(efendi hazretlerinin) omuzuna dokunarak:
Aferin vaaz böyle olmalıdır dedi.
Hemen yanına vardım.Şimdiye kadar niçin gelmediğini sordum.O da izin verilmediğinden dolayı gelemdiğini beyan etti.
Sohbetten sonra ayrıldık.
  Ben hac hazırlığına başladım.Nasib oldu ve gittim.Ben hacda iken efendi babanın(Ali Haydar Efendi hz.) nin Bandırmada ki medfun şeyhi Ali Rıza El Bezza Hazretleri manevi yolla Ali Haydar Efendiye BANDIRMAYA GEL EMANETİNİ AL''diyor.
  Ali Haydar Efendi (ks.) o anda rahatsız idi.Etrafındakilere 'hazırlık yapın Bandırmaya gidiyoruz'diyor.Onlar ise aman efendi,bu hastalığınızla nasıl yola çıkacaksınız demişlersede emir kesindir.Hazırlık yapılır yola çıkılır.Bandırma daki Tekke camiine varılır.Orada bulunan müritlere,etrafa bir asker soruluyor.ismi,adresi,tarifi yok asker,asker.Hepsi okadar.Tanıyan bilen yok.Benimde işleri iyice güçleştirdi.Günler geçiyor ama aranan asker birtürlü bulunamıyordu.
   Bir gün Efendi Hazretleri (ks) , Tekke camii önünde medfun Ali Rıza El Bezzaz hz.lerinin ruhuna Kuran'ı Kerim okuyordu.
(((Efendi hazretlerinin öteden beri adetidir,bir memlekete vardığında sağ veya vefat etmiş meşayıhtan kim varsa mutlaka onları ziyaret eder.)))
   Yine askeri aramak için Ali Haydar efendinin bir müridi camiden çıkıyor.Üstadın kabri başında kuranı kerim okuyan bir asker ki-efendi hazretleri- ni görüyor,hemen içeri giriyor.Efendi babaya 'efendim üstadımızın kabri başında kuran okuyan bir asker var diyor.
Efendi baba onu hemen bana çağırın diyor.Mürid,Efendi Hz.lerinin yanına varıyor.Kardeşim içerde meşayıhtan biri var,sizi görmek istiyor.
Efendi hz.leri hemen ayağa kalkıyor ve camiye giriyor.Efendi baba (ks) ayağa kalkıyor ve etrafındakilere:'''İşte emanetleri teslim edeceğim kimse geldi'''diyor.
İşte böylece ilk görüşme oluyor.İstihare sonucu ders veriliyor ve intisab başlıyor.
    Asker olan efendi hz.leri Bandırmada aranırken etrafındakiler zaman zaman ona ''tanımadığımız bir askere niçin bu kadar değer veriyorsunuz'' dediklerinde ''ONUN AMEL DEFTERİNE HENÜZ BİR SEYYİE(GÜNAH) YAZILMAMIŞTIR'' cavabını verirdi.
   Efendi hz.lerinin acemi askerliği bityor.Geri kalan askerliğini tamamlamak için İstanbul'a geliyor.Bu onun için büyük bir nimet oluyor.Ali Haydar Efendi hz.lerinin sohbetine katılma imkanı buluyor.Efendi hz.leri terhisinden sonra memleketine gidiyor.Bir müddet İstanbul'a gelemiyor.
  Kısa bir müddet sonra Efendi hz.leri İstanbula dönüyor.Efendi Baba ona İSMAİLAĞA ya imam olacaksın diyor.İsmailağa camii ise o anda harabe halinde idi.Osıralarda Efendi babanın cemaatinden biri rüyasında,kabrinden bir el çıktığını ve İsmailağa camiini göstererek '''bu camiyi neden tamir ettirmezsüz''' dediğini görüyor.Hemen işe başlanıyor.Cami güzelce restore ediliyor.Ve Efendi Hazretlerimiz orada imamlığa başlıyor.
   Bugünde yine şeyhinden kendisine intikal eden manevi görevi yürütmektedir.Tek gayesi islamı eksiksiz yaşamak ve yaşatmak,unutulan sünneti ihya etmekttir.
                                   Allah,ömrüne bereket ihsan eylesin.    Amiin....

ESERLERİ

Tasavvuf literatüründe zahir ve batın ilmine sahip olan şeyhlere “zü’l-cenaheyn/çift kanatlı” denir. Halidi şeyhleri diğer tekkelerin mürşitlerinden ayıran en temel özellikte bu yönleridir. Diğer tekkelerde zaman zaman zü’l-cenaheyn mürşitler irşad makamına otururken Halidi Şeyhlerin neredeyse tamamı “zü’l-cenaheyn”dir.Efendi Hazretlerimiz bu geleneğin muasır örneğidir. Bu yüzden Onun irşat faaliyetleri kadar tedris ve telif çalışmaları da dikkate alınmalıdır. Telif ettiği eserlerin bir kısmı bizzat kendi kaleminden çıkarken bir kısmı da öğrencilerinin Onun ders ve sohbetlerinden derledikleri notlardan oluşmaktadır.


Ruhu’l-Furkan

   Efendi Hazretleri’nin en hacimli eseri, Ruhu’l-Furkan adlı natamam tefsirdir. Tefsir “rivayet” tarzına daha yakındır. Fakat eserde yer yer “işari” manalara da rastlanmaktadır. Ruhu’l-Furkan, içerisinde fıkhi meseleleri barındırması cihetiyle “ahkam tefsiri” özelliğini de taşımaktadır.
   Tefsirde önce ayetlerin kelime anlamları verilmekte, sonra mealleri, ardından da tefsirleri yapılmaktadır.
   Ruhu’l-Furkan’da fıkıh, kelam, tasavvuf gibi temel İslami disiplinlerle alakalı meselelerin derinlemesine tahlil edilmesi, Efendi Hazretleri’nin İslami ilimlerdeki derinliğini ortaya koyması açısından ayrıca önemlidir.
   Efendi Hazretleri tefsirinin mukaddimesinde niçin böyle bir çalışmaya başladığını açıklarken şunları söylemektedir: “Kur’an-ı Azimu’ş-şan’ın manasının kelime kelime anlaşılmasına çok hevesli olduğumuz sohbetlerimize iştirak eden kardeşlerimiz tarafından yakinen bilinmektedir.Nice büyük alimler, Kur’an-ı Kerim’i Türkçe tefsir ederek, bu büyük kitabın manasını anlama hususunda milletimizin ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bu yüzden ziyade aciz olan bu kardeşiniz böyle büyük bir işe girişmeyi bu zamana kadar düşünmüş dahi değildi. Ancak hicri 1407 senesi şaban ayının Beraat gecesinde Ravza-i Mutahhara’da bulunduğumuz sırada Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tarafından vaki olan manevi bir işaretle, bu mühim işe başladık ve yukarıda geçtiği gibi kelime-kelime mana verilmesine ziyade ihtimam göstererek yola çıktık.”
   Tefsirin en büyük özelliği ise tefsirinde Alusi'den nesefi ye,Beyhaki'den Ruhul Beyan'a bir çok tefsir aliminin görüşüne yer verilmesidir.İlahiyattan bazı hocalarımız bu tefsiri okuyanın başka tefsire ihtiyacı olmayacağına da dikkat çekmişlerdir.
   Tefsir yazımının tedris ve irşat faaliyetleri ile birlikte yürütüleceğini, bu yüzden eserin tamamlanmasının uzun bir zaman alacağını söyleyen müellif, okurlarından bu özrünün kabulünü istirham eder.
   Halen yazımı devam eden tefsirin 2006 yılı itibariyle 11. cildi basılmıştır. Son ciltte En’am Suresi’nin tefsir edildiği dikkate alındığında eserin 30 cildi aşacağı kuvvetle muhtemeldir.
 
Risale-i Kudsiyye Şerh ve Tercümesi

   Risale-i Kudsiyye, İsmet Efendi Tekkesi’nin kurucusu Mustafa İsmet Efendi tarafından kaleme alınan,manevi bir işaret ile melekler huzurunda yazılan manzum bir eserdir. Eserde Nakşibendiyye-Halidiyye tarikatının zikir usulleri, prensip ve kaideleri anlatılmakta, İslam Akaidi ile alakalı temel meseleler işlenmektedir. Sufi bir cemaatin bilmesi gereken konuları hikmetli bir dille anlatan eser, İsmet Efendi’den sonra gelen Tekke’nin şeyhleri tarafından müracaat kaynağı olarak görülmüştür.
   Efendi Hazretlerimiz, her sohbetinde Risale-i Kudsiyye’den bir dörtlük okur ve şerh eder.Talebeleri O’nun bu açıklamalarını yazıya aktarıp 3 cilt halinde Risale-i Kudsiyye Şerh ve Tercümesi başlığıyla basmışlardır. Nakşibendiyye-Haliddiyye tarikatıyla alakalı temel meselelerin ayrıntılı bir şekilde işlendiği bu eser farklı isimler altında birkaç defa tab’ edilmiştir.

Sohbetler

   Efendi Hazretleri, İmam-Hatip olarak görev yaptığı İsmailağa Camii başta olmak üzere birçok camide vaaz etmiştir.Pazar günleri sabah namazından sonra Sultan Selim Camii’nde yaptığı sohbetler ise irşad tarihinde ayrı bir yere sahiptir. Sohbetler, sabah namazından sonra olmasına rağmen cami erken saatlerde dolar geç kalanlar vaazı çevredeki camilerden dinlerlerdi.
   Misafir hocaefendilerin okuduğu aşırların tefsir edildiği sohbetler işrak vaktine kadar devam ederdi. Sohbetlerde öğrencilerin aldığı notlar 1995 yılından itibaren kitaplaştırılmaya başlandı. 3 yılda hacimli 4 ciltlik bir eser ortaya çıktı. 1998 yılında sona eren sohbetler Hocaefendi’nin rahatsızlığından dolayı bir daha başlayamadı.
   Konuların vaaz üslubunda ve sade bir dille işlendiği “Sohbetler” kitabı İslami disiplinlerin kompozisyonundan ibarettir

İrşadul Müridin
 
   Efendi Hazretlerin'in muhtelif sohbetleri ve vaazlarından tasavvuf ile ilgili her ayrıntı alınmış ve bir eserde toplanmış,nihayetinde Efendi Hazretlerimizinde izni alınarak tarık-i müridanın hizmetine sunulmuştur.Eserde tasavvufun gerekliliğinden edeplerine kadar tüm konular şevk ve lezzet verici bir uslub ile anlatılmakta, tasavvuf ehli için feyz kayanağı olmaktadır.



Nakşi geleneğini sürdüren Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi


Nakşi geleneğini sürdüren Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi, bu geleneğin özündeki “Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’e tabi olmak” şeklinde açıklanan istikamet anlayışına sıkı sıkıya bağlı. Sünnet ibadetler konusunda gösterilen hassasiyet, Hz.Peygamber’in sürekli kullandığı giyim kuşam tarzına riayeti de beraberinde getiriyor. Bir talebesinin Hocaefendi’den naklettiği şu ifadeler O’nun istikamet anlayışının sahip olduğu çerçeveyi gözler önüne seriyor: “Bu Mahmud, Rabbimin izni ile ömründe Kur’an’dan başka bir şeyle uğraşmamıştır.”; “Hz. Peygamber’in aralıklar vererek dahi olsa tekrarladığı ikindi namazının sünneti terk edileceğine Mahmud ölsün daha iyidir.” Cemaat mensupları farklı giyim kuşamlarını severek ve isteyerek tercih ederken, blucinli ya da saçları açık birinin camiye, vaazlara, derslere gelmesine karışılmıyor. Mahmud Hocaefendi, ilmin ibadet için öğrenilmesine ve mutlaka ilim adamlarının ihlas sahibi olmaları gerektiğine de vurgu yapıyor. Talebeleri birçok dersten sonra hocalarının; “Arkadaşlar! Bugünkü derslerimiz ibadet hayatımızda nasıl bir etki yapacaktır?” şeklinde ikazlarına muhatap olduklarını anlatıyor. Öğrencilerinin namaz kılarken sarık takması, namazın şartlarından olan vücut hatlarının belli olmaması mecburiyetinin yerine getirilmesi için titiz davranmaları ve bu nedenle geniş elbiseler giymeleri, sakal bırakmaları da “ilim-amel-ihlas” vurgusu bağlamında değerlendiriliyor.

SÜNNETİN İHYASINA ÇALIŞTILAR

Nakşibendi büyüklerinin en çok önemsedikleri nokta sünnetlere özen gösterilmesi. Nakşi büyüklerin hemen hemen hepsi, gerek Peygamber Efendimiz’in hiç terketmediği, gerekse de ara sıra yerine getirip, bazen de yapmadığı sünnetlerin hiç bir çeşidinin terkine rıza göstermemeleriyle biliniyor. Tarihin çeşitli dönemlerinde karşılaşılan zor durumlarda dahi, sünnetin ihyası adına fedakar duruşlar sergilemeleri bu hassasiyetlerine dair ipuçları veriyor. Örneğin, İslam’ı çağrıştıran giyim tarzının yasaklandığı dönemlerde Ali Haydar Efendi’nin önemli bir sünnet olarak kabul edilen sarığı başından indirmediği Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi’ye de bu yönde telkin ve ikazlarda bulunduğu kaydediliyor. Mahmud Hocaefendi, bir defasında üstadının yanına sarıksız girince şu ifadelere muhatap olduğunu anlatıyor: “Oğlum Mahmud! Bir daha yanıma sarıksız gelirsen seni kovarım.” Hocaefendi’nin Allah Resulü’ne (S.A.V) tabi olmayı son derece içselleştirdiğini anlatan yakınları ve talebeleri, onun üstadının bu sert ikazını her hatırlayışında içinin sevinçle dolduğunu anlatıyor ve yine onun dilinden şu sözleri naklediyor: “Efendi Babam’ın sözü bana öyle tatlı gelmişti ki, onun lezzet ve tadını bugün bile hissediyorum.”

CEMAATTE HİYERARŞİ YOK

Nakşibendiliğin Halidiye kolunda irşad eden lider merkezli bir yapılanma bulunuyor. Bu liderin en saygın talebeleri ise bulundukları bölgelerde liderleri adına irşat faaliyetlerini devam ettiriyor. Cemaatlerde olduğu gibi hiyerarşik bir yapılanmadan uzak duran Halidi büyükler, bağlılarının siyasi, toplumsal ve iktisadi meselelerini programlama ya da geliştirme yerine, onlara hayatlarını İslam’a göre ayarlayabilmeleri için nasıl bir duruş belirlemeleri gerektiğini gösteriyor. Toplumsal hayatın kurum ve kuruluşlarını değil, o kurumların başlarındaki insanların kalplerini önemsiyorlar. Dağınık gibi görünen bu yapılanma aslında hiyerarşik bir yapıyla birbirine bağlı olan toplumsal gruplara nispetle daha kalıcı etkiler bırakıyor.

Üniversite mezunu da var, ilkokul da

İlahiyatçı Mahmut Eren cemaatin, eğitim ve sosyal hayatına ilişkin şu dile getirdi: “İsmailağa Cemaati’nin sünneti tavizsiz yaşama-yaşatma gayreti tüm Müslümanların takdirine sebep olurken bağlılar halkası sevenler halkasından daha küçük kalmıştır. Mahmud Hocaefendi, yaptıklarından fazlasını değil de bilakis yapıp yaşadıklarından bir kısmını anlattığı için zengin fakir, okumuş okumamış herkesi etkilemiştir. Tasavvuf geleneğinde olduğu gibi gönül merkeze alındığı için hiçbir eğitim almamış saf akıl sahipleri ile yüksek eğitimli insanlar da cemaat içinde yer almıştır. Ancak şöhret afettir düşüncesinden hareketle hem hocaefendi, hem de cemaat isimlerini duyurmaktan uzak dururken, cemaat yapısı şöhret amaçlayanlara için de cazibe merkezi olmamıştır. Kendisi ile barışık olmayanın çevresi ile barışık olmayacağı inancıyla öncelikle cemaat nefislerinin kötülükleri ile uğraşıp kendi ayıbını görmeye, diğer insanların ise iyiliklerini görüp onları üstün bilmeye teşvik edilmiştir.

‘ŞUCU, BUCU’ DEMEK YASAK

İlahiyatçı Eren, cemaatte farklı cemaatlerden bahsederken “şucu, bucu” denilmesinin kesinlikle yasaklandığını da kaydetti. Eren şöyle dedi “Cemaat mensupları Allah’a yakın olma gayreti ve düşüncesiyle zorunlu olmayan her türlü meşguliyetten uzak duruyor. Bununla beraber dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek sorunlara karşı duyarlılıklarını da ihmal etmiyorlar. Makam ve mevki talebinin hakikat talebine mani olması sebebiyle siyasetle uğraşmak yerine memleketi idare edenlere dua ederek onlar için “doğruluk ve salah” temenni ettiklerini belirtiyorlar. Cemaatin dış görünüşüne yansıyan, cübbe, sarık, bol pantolon gibi giysiler, topluma karşı zıtlaşma ya da belirgin olma amacıyla değil, Peygamber Efendimiz’e tabi olmanın dış görünüşe yansıtılması şeklinde kabul ediliyor.”

Derslerde ne işleniyor?

Mahmud Hocaefendi’nin eğitim faaliyetlerinin önemli bir ayağı ise tasavvuf hizmetleri. Onun sufi eğitimin nihai noktasında Bahauddin Nakşibend’in şu ifadesinde kendisini bulan kişiliği görmek mümkün “Tasavvuf surette insanlarla, hakikatte ise Allah Teala ile beraber olmaktır.” Sufilikte derslerin içeriği Hadis-i Şeriflerden ve Nakşi büyüklerine ait farklı kompozisyonlardan oluşuyor. Bu derslerde Peygamber Efendimiz’in gün içerisinde farklı zamanlarda söylediği duaların tekrar edilmesi ve bu duaların sünnetle bütünleşmesi hedefleniyor. Allah’ü Teala’ya yaklaşmanın mutlaka sünnetleri hakkıyla yerine getirerek olması gerektiğine vurgu yapan Mahmud Hocaefendi, bu konuyu şu örnekle vurguluyor: “Birisi dağ başında yüz yıl ibadet etse fakat ibadet şekilleri sünnete uygun olmasa birisi de öğle vaktinde Rasulullah uyudu diye uzanıp uyusa yapsa, ikincisi ilkinden daha fazla ecir alır.”

‘Sarığı, inatlaşmak için sarmıyoruz’

Mahmud Ustaosmanoğlu, sarıkla ilgili olarak Sohbetler kitabında şunları söylüyor: “Sarık sarmamızı inatlaşmak olarak anlayanlar var. Ali İmran Suresi’nde Bedir Muharebesi’nde yardıma gelen meleklerin sarıklı olduğu bildiriliyor. Eğer bu örf olsaydı melekler sarık takarlar mıydı? Resulüllah (SAV) namazda, seferde hep sarıklıydı. Miğferinin üzerinde bile sarık vardı. Ben sarık sarıyorsam kimsenin inadına sarmıyorum ki. Allah’ımın emri, Efendimiz’in sünneti olduğu için sarıyorum. Biz inatlaşmaya değil, husumetleri ortadan kaldırmaya, bilmeyenler için dua etmeye memuruz.”

Saraç: İsmailağa, Ali Haydar Efendi’nin kerametidir

İsmet Efendi Tekkesi’nin değerli miraslarından Emin Saraç Hocaefendi de mazi ile günümüz arasında koridor vazifesi gören alimlerden biri. Bugüne kadar yüzlerce öğrenci yetiştiren Emin Saraç Hocaefendi, Mahmud Ustaosmanoğlu’nun üstadı Ali Haydar Efendi’nin insanları sürekli olarak ilme teşvik ettiğini, yaşadığı devrin ilim adamlarının kendisine çok hürmet gösterdiğini anlattı. Emin Saraç Hocaefendi, “O ilme teşvik ederdi, onun devamı olan İsmail Ağa Cemaati’nin de ilme yapıştıklarını, ibadetlerine ehemmiyetli bir şekilde ısrarla devam ettiklerini, tasavvuf geleneğini devam ettirdiklerini görüyoruz. Bu onun için hem en büyük eserdir, hem de en büyük keramettir. Asıl olan insanları irşad edip hak yolda bir istikamet vermektir. Bu, Allah’ın ona olan ikramıdır. Yani Allah’ın ikramı olaraktan onun sözleri havada kalmamıştır. Öyle olmasa ne o zaman ne de şimdi İsmailağa civarında bu kadar cemaat göremezdik.” diye konuştu. Mahmud Hocaefendi’nin hizmete devam ettiğini belirten Emin Saraç Hocaefendi, “Hele şu camilerin mihrabına imam yetiştirme konusundaki hizmetleri çok takdire şayan bir manzara arz ediyor. Kadınların tesettürüne ve Peygamber Efendimiz’in sünnetine uyma konusundaki dikkatleri, memleketimiz için manevi bir destek” dedi. Günümüzde bazı cami görevlilerinin bir kaç farklı kitaptan birkaç kelimeyi alıp, camii kürsüsünde söylemeyi marifet sandığını ifade eden Emin Saraç Hocaefendi, “Eğer hocaların elleri kitap tutup da camilerde ders okuturlarsa milletimizin ilmi ve manevi seviyesi o zaman yükselir.” diye konuştu.

 
 
 
 
 

Copyright © 2008 WwW.OnceDinimiZ.Tr.gg  Tüm Hakları Saklıdır.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol