Önce DinimiZ
  GENÇLİĞİ
 

                                       PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN EVLENMESİ

            Hz.Hatîce bir rûya görmüştü. Bunu, eski din üzerine ibâdetini yapan Allâh'ın sevgili kullarından biri olan amcası Varaka bin Nevfel'e anlattı. Varaka, Tevrat ve İncil'i okumuş, bu kitaplardan Âhirzaman Peygamberi'nin geleceğini öğrenmiş bulunuyordu. O'na rû'yasını; "Sen, Âhirzaman Peygamberi ile evleneceksin, O'nun zevcesi olacaksın." diye tâbir etti.

            Peygamber Efendimiz 25, Hz.Hatîce 40 yaşlarında iken, iki taraftan da vâsıtalar zuhur etti ve nihâyet beklenen karar verildi. Nikah, âdet üzerine Hz.Hatîce'nin evinde akdolundu. Hz.Hatîce'nin vekîli amcazâdesi Varaka bin Nevfel, Peygamber Efendimiz'in vekîli amcası Ebû Tâlib'di.

            Ebû Tâlib, ayağa kalkarak şu sözleri söyledi: "Şükür Allâh'a ki bizleri İbrâhim'in zürriyetinden ve İsmâil'in neslinden, Maad'ın mâdeninden ve Mudar'ın aslından yarattı. Bizi Beyt-i Mükerremi'nin bekçisi, Harem-i Şerif'in hizmetçisi yaptı. Bundan dolayı insanların hâkim ve reîsi yaptı. Şimdi de, çok mutlu bir ânı yaşamak üzere buraya gelmiş bulunuyoruz. Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, O'nunla Kureyşten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez. Çünkü O, haseb ve nesebce, akıl ve fazîletçe hepsinden üstün gelir. Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir, iğreti bir şey. Bundan sonra O'nun şânı pek büyük olacaktır."

            Bundan sonra, Varaka söz alarak ayağa kalkıp şöyle konuştu: "Allâh'a şükür ki, bizi bildirdiğin gibi yarattı. Kimse sizin fazlınızı inkâr, hayır ve şerefinizi görmemezlik etmez. Biz de sizinle yakınlık kurmağa istekliyiz. Ey cemaat! Şâhit olun, ben Muhammed bin Abdullah'ı Hatîce binti Huveylid'e nikah ettim." Kureyş'in uluları bu nikâhın akdine şâhit oldular, düğün yapıldı. Develer kesildi, dâvetlilere mükellef bir ziyâfet verildi.

                Peygamber Efendimiz'in Evlatları

            Peygamberimiz'in üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi evlâdı dünyâya gelmiştir. Erkek çocukları; Kâsım, Abdullah ve İbrâhim'dir. (Abdullah, Tayyip ve Tâhir diye de anılır.) Kız evlâtları; Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtımatü'z-Zehrâ'dır. Hz.İbrâhim'den başka bütün çocukları Hz.Hatîce'den doğmuştur.

            Peygamber Efendimiz'in dünyâya ilk gelen çocuğu Kâsım'dır. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz, Ebû'l-Kâsım diye künyelenmiş ve Ebû'l-Kâsım diye anılmıştır. Kâsım ile Abdullah küçük yaşta vefât ettiler. Kızlarının hepsi büyüdü ve onları kendisi bizzat evlendirdi. En büyük kızı Zeyneb'i Ebû'l-As ile evlendirdi. Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'ü amcası olan Ebû Leheb'in oğullarından Utbe ile Uteybe'ye vermişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb ve karısı onları oğullarından boşattılar. Daha sonra, Peygamberimiz Rukiyye'yi Hz.Osman'a nikâhladı. O vefât edince Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı. Bundan dolayı Hz.Osman'a iki nur sahibi mânâsına gelen «Zinnûreyn» denmiştir.

            En küçük kızı ki, hakkında Seyyidetü'n-Nisâ (hanımların en hanımefendisi) buyrulan Hz.Fâtımatü'z-Zehrâ'yı da Hz.Ali ile evlendirdi. Peygamberimiz'in mübârek nesli, Ehli Beyt, O'nun soyundan gelmektedir. Hz.Fâtıma'dan başka bütün evlâtları Peygamber Efendimiz'den önce vefât ettiler. «Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîyn».

                Kâbe'nin Tâmirinde Peygamberimiz'in Hakemliği

            Hz.İbrâhim, oğlu Hz.İsmâil ile birlikte yaptığı Kâbe'nin, yüzyıllardan beri devamlı yağmur ve sel sularına karşı koyan duvarları iyice yıpranmış, yıkılmağa yüz tutmuştu. Bir kadının sıçrattığı bir kıvılcım yüzünden Kâbe örtüsü ve kapısı yanmıştı. O sıralarda, Kâbe'nin içindeki kuyuda saklı bulunan, inci ve değişik mücevherlerle süslü altın geyik heykelleri hırsızlar tarafından çalınmıştı.

            Kureyşliler, şüphe üzerine Huzza kabîlesinden Melih bin Ömeroğullarının âzatlı kölesi Düveyk'in, evinde yaptıkları aramada, çalınan heykelleri ele geçirdiler. Cezâ olarak da, Düveyk'in elini kestiler ve Kâbe'yi yeniden yapmağa, onarmağa karar verdiler. Habeş'de, Farslıların yaptıkları kiliseyi, Rum hükümdarının mimar Bakum'un îmar ve nezâretinde yeniden yaptırmak istemesi üzerine, Mısır'dan yola çıkarılan inşaat malzemesi yüklü vapur, Cidde sahiline çarparak parçalanmıştı. Geminin malzeme ve parçalarını sâhiplerinden satınalarak, mimar Bakum'la da anlaşıp Mekke'ye getirdiler. Hep beraber Kâbe'yi yıkıp, yeniden yapmağa başladılar.

            Sıra mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koymağa gelince, Kureyş kabîleleri arasında sert bir tartışma ve çekişme başladı. Kabîle reisleri, kendilerinin daha asil, köklü ve şerefli kabîle olduklarını, binâenaleyh, bu mübârek taşı yerine koyma hakkının kendilerine âit olacağını iddiâ ediyor, çok hassâsiyet gösteriyorlardı. Bir kısım kabîle reisleri de, mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koyma mevzûunda çıkan ihtilaf üzerine, ellerini kan çanağına batırarak bu taşı kendilerinin koymaları için yemin etmişti. Artık kılıçlar çekilecek insanlar birbirini öldürecek, harp edilecek bir hava esmeğe başlamıştı. (Câhiliyet devrinde, Araplar bir mes'elenin üzerinde çok ciddiyetle hassasiyet gösterip hayat memat meselesi yaptılar mı, kabîle reisleri ellerini içinde kan olan bir çanağa batırır, ellerini kana bular, yemin ederlerdi. Dedikleri olmazsa, kılıçlar çekilir, adamlar öldürülür, harp ederlerdi. Ondan sonra, gâlip gelenin dediği olurdu.)

            Bu arada, Ebû Ümeyye şöyle bir teklifte bulundu: "Sabahleyin Safâ kapısından ilk gelen zât, bu işte hakem olsun". Bu teklifi yerinde buldular ve kabul ettiler.

            Sabah Safâ kapısından ilk girenin Hz.Muhammed (S.A.V) olduğu görüldü. O'nu görünce herkes sevindi. Çünkü O, aralarında doğruluğun, dürüstlüğün, sadâkatın, hak ve adâletin mücessem bir timsâli idi. Herkes, O'nda gördükleri doğruluktan, dürüstlükten, mekârimi ahlâktan dolayı O'na; «Muhammed-ül Emin, (sâdık Muhammed, doğru Muhammed (S.A.V.)» derlerdi. O'na durumu anlattılar. "Seni hakem kabul ettik yâ Ebe'l-Kâsım" dediler.

            Allâh'ın sevgilisi gülümsedi, "Haydin bana bir elbise, bir örtü getirin" dedi.

            Örtü geldi. Onu yaydı, serdi. Hacer-ül Esved'i örtünün üzerine koydu. Her kabîleden birer temsilci seçmelerini istedi. Seçtiler. Onlara, örtünün kenarlarından tutarak hep beraber yerine konmak üzere kaldırmalarını buyurdu. Kaldırdılar. Sonra da elleriyle Hacer'ül Esved'i örtünün içinden alıp yerine koydular.

            Böylece, büyük bir ihtilafın önlenmiş olmasından, herkes memnun, herkes saadet ve itmi'nan içinde kaldı. Peygamber Efendimiz'in bu tatbikatı herkes tarafından son derece taktirle karşılandı.

            Peygamber Efendimiz'in Kâbe'nin bu tâmirinde Kureyş'le birlikte çalıştığı, hatta bu yüzden omuzları taş taşıyarak yara olduğu, târihin rivâyetleri arasındadır. Kâbe'nin bu tâmiri sırasında, şöyle mühim bir hâdise vuku bulmuştu:

            Peygamber Efendimiz, amcası Abbas ile birlikte taş taşırken, Hz.Abbas O'na, ihrâmını çözerek omuzuna koymasını, bu suretle omuzunun incinmemesini söyledi. Peygamber Efendimiz de ihrâmını toplayarak omuzuna koymuştu. Vücudu açılınca birdenbire yere düşerek kendinden geçti. Bu halden ayılınca derhal ihrâmını almış ve bütün vücudunu örtmüştü. Sonra Ebû Tâlib bu işe merak etmiş ve hâdiseyi kendisinden sormuştu. Hz. Muhammed (S.A.V) şu cevabı vermişti: "İhrâmımı toplayıp omuzuma koyduğum zaman vücudum açılınca şöyle bir ses duydum: «Yâ Muhammed! (S.A.V.) âzânı setret. Sen Peygamber olacaksın, sana yakışmaz.»"

            Peygamber Efendimiz'in gâipten duyduğu ilk ses bu idi. O sırada Peygamberimiz otuzbeş yaşlarında idi.

            Putperestliğin Yıkılmasına Doğru

            Araplar, Hz.İbrâhim'in yaydığı Hanif dînini, Tevhid dînini unutmuşlar, putlara, heykellere tapmağa başlamışlar ve mübârek Kâbe'nin içine ve üstüne putlar doldurmuşlardı. Burada toplanırlar, yerler, içerler, eğlenirler, şiirler söylerler, ticâretten bahsederlerdi. Aralarında kan davaları eksik olmazdı. Sadece Eşhûr-u Hurum'da (Muharrem, Recep, Zilkâde, Zilhicce aylarında) harp etmezler, keyiflerine bakarlar, sâir aylarda kıtal, cidal eksik olmazdı.

            Araplar içinde bâzıları da vardı; putları terketmiş, onlara kıymet vermez ve onları sevmezdi ki bunlar arasında Ebû Bekr'ini's-Sıddık, Varaka bin Nevfel, Kus bin Sâide, Ubeydullah bin Cahş, Osman bin Huveyriş vardı.

            Varaka bin Nevfel, Tevrat ve İncil'i okurdu. Kus bin Sâide son peygamberin geleceği vaktin yaklaştığını haber verenlerdendi. Fesâhat ve belâğatı ile pek meşhur bir hatip olan Kus bin Sâide'nin, Sû'k-u Ukaz'da (Arapların her sene kurulan en büyük ve en kalabalık panayırı olan, Ukaz panayırında) bir kızıl deve üzerinde îrad ettiği meşhur hutbesini, Peygamber Efendimiz de gençliğinde dinlemiş ve o kadar beğenmişti ki uzaktan da olsa uzun uzun onu seyretmişti. O zamanlar kendisine henüz Nübüvvet gelmemişti.

            Kus bin Sâide'nin okuduğu, o çok mânalı, veciz hutbenin metni şu idi:

            "Ey İnsanlar!.. geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür, ölen çeker gider. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, anaların babaların yerini tutar, sonra hepsi mahvolup gider. Vukuatın ardı kesilmez, hemen hepsi birbirini tâkip eder. Kulaklarınızı açınız, dikkat ediniz. Gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü geniş bir döşeme, gökyüzü ise bir yüksek tavandır. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez, acaba gittikleri yerlerden memnun kaldıkları için mi gelmiyorlar, yoksa orada bırakıldıkları için uykuya mı dalıyorlar. Yemin ederim; Allâh'ın indinde bir din vardır ki şimdi bulunduğunuz dinden daha doğrudur ve daha sevimlidir. Allâh'ın gelecek bir peygamberi vardır ki gelmesi pek yakın oldu, gölgesi başımızın üstündedir. O'na îman eden kimseye ne mutludur, O'na isyan ve muhâlefet eden kimseye de yazıklar olsun... Yazıklar olsun ömürleri gaflet içinde geçen kimselere.

            Ey cemaat-i iyad!.. Hani ecdadımız ve babalarımız?, Hani taştan saraylar yapan A'd ve Semud kavimleri?, Hani dünyâ malına güvenerek kavmine; "Ben sizin rabbinizim" diyen Firavun ve Nemrud? Onlar size nisbetle daha zengin ve kuvvet bakımından da sizden daha kuvvetli değiller mi idi? Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti dağıttı, kemikleri ile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin, onların yolunda gitmeyin. Her şey fânidir, bâkî ancak Allah'dır ki birdir, şerîki ve nazîri yoktur. İbâdet edilecek ancak O'dur. Doğmamış ve doğurulmamıştır. Evvel gelip geçenlerde ibret alınacak çok şeyler vardır. Ölüm ırmağının girecek yerleri vardır ama çıkacak yerleri yoktur. Büyük küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Anladım ki herkese olan şey bana da olacaktır."

            Sû'k-u Ukaz'da bu alâmetleri sayan şahsın söylediklerinin aynen tecelli ettiğini düşündükçe, insanların arasında bâzı kimselerin küçümsenmemesini de idrâk etmek gerek. 

 
 
 
 

Copyright © 2008 WwW.OnceDinimiZ.Tr.gg  Tüm Hakları Saklıdır.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol